‘’Şanlıurfa’dan Diyarbakır’a Bakmak’’
Hafta sonu çevre illerimizden Gaziantep ve Şanlıurfa’ya bir dizi ziyaretlerde bulundum. Diyarbakır’dan çıkarken yağan yağmur, Şanlıurfa il sınırları içerisinde, Hilvan bölgesinde dolu yağışı ile şiddetlenirken, araçla ilerlememiz mümkün olmayan bir hal aldığında, aracınızı sağa çekip dolu yağışının sonlanmasını beklemeye koyulduk. Yolculuğun devamında Urfa’da sel baskınlarının, fıstık ağaçlarının dallarını kırıp ürünleri zayi ettiğini düşünürken, Urfa’ya vardığımızda bir damla yağışın yağmadığına şahitlik ettik.
Diyarbakır yağışlıydı. Siverek’te yağış yoktu. Silvan’da dolu, Urfa’da güneş vardı. Akşama doğru Gaziantep’e varınca şiddetli yağış sonrası trafik allak bullak olmuştu. Ülke değiştirmeden, hatta şehir değiştirmeden mevsimlerin değiştiğini, yaz mevsimine girmeyi beklediğimiz bu günlerde farklı hava durumlarının yaşadığını görmek film sahnelerinde bile az rastlanır bir tablodur.
Gaziantep ve Şanlıurfa’da alışveriş merkezleri oldukça hareketliydi. Özellikle Urfa’da Balıklı Göl civarı ziyaretçi akınına uğramıştı. İlkin Hz. İbrahim’in mancınıkla ateşe atılıverdiğinde ateşin suya, odunların da balığa dönüştüğüne inanılan mekânı ziyaret ile başlanır. Ateşin suya döndüğü suyun içinde can bulan balıklara yem vermekle adetler yerine getirilir. Ağaçlı yollardan Hz. İbrahim’in doğduğu rivayet edilen mağaraya uğrayıp İki rekat namaz ile duaya durduktan sonra edeple mağaradan çıkılır. Mekândan çıkmadan seksen küsurluk hayatı boyunca, milletinin imanını düşünmekten başka düşüncesi olmayan, dünya namına hiçbir lezzeti tatmayan, ömrünün üçte birini sürgünlerde geçiren, aziz ruhu da varıp, vefa ile bir fatiha okuyup huzurdan ayrılmak isabetli olur. Urfa’da daha gezilecek çok yer var. Tarihi ve kültürel yerlerin yanında, çarşı-pazarlar yerli ve yabancı birçok ziyaretçinin uğrak mekânlarındandır.
Bunları niye anlatıyorum, Urfa, yaklaşık iki yüz kilometre Diyarbakır’dan uzak bir komşu şehrimiz. Diyarbakır, Şanlıurfa’dan tarihiyle, kültürel yapısıyla, çarşı ve pazarlarıyla aşağı kalır yanı yok. Hatta Diyarbakır’ ın daha fazla zenginliğe sahip olduğunu söylemek mümkündür. Lakin geçen süre zarfında yerle yeksan edildi Diyarbakır. Harap edildi, talan edildi. Canından malından olan nice insanlar mevcut. Bir şehir kan ağlıyor. Sokaklar bomboş. Hayalet şehir rolünde hayatlar idam edilmeye çalışılmakta. Gazi Köşkü, Ulu Camii, Hz. Süleyman, Dağkapı ve daha nice yerler, değil çevre illerden yanı başındaki komşusundan bile artık selam alamıyor. Ziyaretçileri ağırlayacak ne takati kaldı ne de imkânı. Urfa peygamberlerin uğrayıp yaşadığı mekânlar, Diyarbakır ise peygamber kabirlerinin bulunduğu ve sahabelerin uğruna şehit olduğu topraklardır. Medeniyetlerin başkenti olan Diyarbakır, boynu bükük, yüreği yanık, duvarları yıkık, harap olup viraneye dönmüş bir halde. İnsanların dünyası, bakışları ümitsiz ve bitkin bir halet-i ruhiye de. Şehir içi servisleri yasaklı mahalleleri teğet geçiyor. Yakışmadı, olmadı. Yaramaz ve haylaz çocukların günahlarından bir şehir cezalandırılmamalıydı. Kurunun yanında yaş yakılmamalıydı. Islah- silah ile can-cam ikilemlerinden ilk söylemler tercih edilip planlar yapılsaydı, bugün yıkılmış şehirlerimizin üzerinde ağıtlar yakmazdık. Hararetli yaklaşımlardansa müspet dairede yaklaşımlar tercih edilseydi canlar canlı kalır, şehirlerimiz de yaşanır bir halde olurdu.
Mehmet Ali ÇOBAN
Facebook Hesabınızla Yorum Yapabilirsiniz
YORUMLAR