Kaybolan Şehir: Diyar-ı Bekir
Medeniyetlerin başkenti, kavimlerin uğruna canlar verdiği, canlar aldığı topraklar; nebilerin, evliyaların hizmet diyarı, sahabelerin şehadete erdikleri mübarek mekânlar; kültüre, sanata, müziğe beşiklik yapan kadim şehir, Şehr-i Amed’sin.
İpek yolunun en büyük durağı, tarihte ilk hasadın alındığı, işgallere karşı surlarla çevrilecek kadar kıymetli şehirsin. Diyar-ı Bekir’sin.
Cennet kaynaklı, bereket vesilesi, abı hayat çeşmesi, soğuk şerbet misali, heves değil Hevsel Bahçeleri’nin hayat neşvesi Dicle Nehri’ sin. Sen Diyarbakır’sın.
Huzurun iliklere işlendiği mekanlardan; Mekke, Medine, Kudüs, Şam mabetlerinden sonra en kutsal mekansın. Dört Ayaklı Minare yarenlik eden Ulu Camii’ sin.
Tarihte nice köprüler yapılmış. Ama hiçbiri on gözlü değildir. Dicle’ nin suyunu on gözle bekleyip Mezopotamya’yı suyla birleştiren, üzerinden geçen hiç kimseye ihanet etmeyen, On Gözlü Köprü’ sün sen.
Ama şimdilerde mahzun, boynu büküksün. Kan revan içinde halin. Kayıp şehirleri oynuyorsun yıkılmış Surlar içinde.
Hevsel Bahçeleri’ nin toprağına, ağacına, artık güvercinler konmuyor. Hevsel Bahçeleri yangın yerine döndü vermez bu sene, verse bile kabak tadında olacak meşhur karpuzları. Ürün verecek, meyve verecek mecali kalmadı. Dicle Nehri’ nden su yerine kanla beslendi aylarca.
Dört Ayaklı Minare’ nin her bir ayağına kurşunlar sıkıldı. Barış Elçi’ n ayaklarının dibinde kör kurşunlarla yere serildi.
On Gözlü Köprü’ nün her bir gözünden kanlı yaşlar akıyor.
Büyük mabet Ulu Camii, açıldığı günden beri ilk defa ezansız, namazsız, cemaatsiz kaldı.
Hz. Süleyman ve beraberindeki şehit sahabeler, en son altı yüzlü yıllarda silah seslerini duymuşlardır. Mübarek ruhları, yasinlerle, dualarla, ziyaretlerle ihya olunurken top sesleri, silah sesleri, mekanlarında huzur vermediler.
Kaybolan şehir, yıkılan şehirsin. Kalmadı taş, taş üstünde. Evler delik deşik edildi. Fakirin yuvası oldu tarumar. Güvercinler kaçtı gitti. Baykuşlara oldu yine bayram.
Hafta sonu Diyarbakır’ın kalbi sayılan Sur’da ziyarette bulunduk. Şehre girince haberlerden gördüğümüz, Filistin’ i hatırlar olduk. Şehre girerken arama, çıkarken aramalar yapılmakta. Barikatlar kurulmuş, güvenlik noktaları tonlarca ağırlıkta betonlarla örülmüş. Yerli ziyaretçiler var. Onlar da sayılı, bir kaç tane. Yabancı turistler uğramıyor artık! Başka diyarlara yöneldiler çoktan. Kala kala biz kaldık. Baş başa, koyun koyuna. İlkin Hz. Süleyman’a uğramak lazım. Mübarek ruhun huzurunda büyük bir özür dileyerek namaza durmak, Ulu Camii’ ye arabayla gidilmez, aramalardan, kontrollerden sonra yalın ayak basmak gerek taşına, hatta diz çökerek Bilal Habeş Hazretleri gibi bir sesle, okunmamış ezanları da eda ederek Rahman’ dan af dilemekle ziyaretin noktalamak, kaybolan şehrin özüne dönmesine vesile kilanabilir.
Yasakların devam ettiği mahalleler hala var. Hafta içinde on dört mahallede daha sokağa çıkma yasakları kaldırıldı. Çatışmaların olduğu bölgelerden, başka şehirlerin plakalı belediye araçları, molozları durman yüklemekte ve polis kontrolünde şehir dışında belirlenen noktalara boşaltmaktadırlar.
Sur ihya edilecekti. Toledo yapılacaktı, vaadi vardı. Kısmet demek lazım. Bunlar yapılır mı yapılmaz mı bilinmez. Bilinen bir şey var, o da Kadim şehrin kayıplar şehrine döndüğüdür. Tüm mahallelerde yasaklar kalksa bile, herkese villalar yapılıp verilse dahi, Dicle Nehri, Hevsel Bahçeleri, Dört Ayaklı Minare, Ulu Cami, Hazreti Süleyman’ın mekanı yaşananları tarih boyunca dillendirecektir. Bu yaralar, bu kayıplar, daha büyük hastalılara sebebiyet vermesin umuduyla.
Mehmet Ali ÇOBAN
Facebook Hesabınızla Yorum Yapabilirsiniz
YORUMLAR