Cehennemden payımıza düşeni mi yaşıyoruz?
Genel olarak Dünya ikiye bölünmüş adeta. Bir tarafında kan, gözyaşı, haksızlık, terörizm, ihanet ve daha birçok olumsuzluk yaşanırken diğer tarafında bolluk, bereket, keyif, zevk ve sefa hâkim. Tıpkı Cennet ve Cehennem gibi.
Genel olarak ülkeye baktığımızda Doğusu ve Batısı birbirinden çok farklı, yerele baktığımız zaman ise Diyarbakır bazında Urfa yolunun üstü ve altı gibi. Resmin bütününe bakıldığında cenneti yaşayanlar ile cehennemde kalanlar arasında maddi kazanç farkındalığı var sadece. Yani parası olan her zaman ve her yerde huzurlu, olmayanların üzerinde ise ateşten gömlek.
Bir anne ile görüştük bugün, duygularını anlattı, sabahtan akşama kadar yaşadıklarını. Evleri Urfa kapının hemen dışında, sabah 07.00’de bir bombanın müthiş sarsıntısı ile uyanmış kendisi ve 6 yaşındaki ilkokula giden bebesi ile birlikte. Patlamanın ardından bu kez de yoğun silah seslerine karışan bebesinin ağlamasını ve daha altı yaşındaki, mini, minnacık kalbi olan bebesinin korkusunu dindirmek için başlamış hikâye anlatmaya. Bir düğün olmuş, herkes çok mutlu olmuş ve bu patlamalarda havai fişeklerden gelen seslermiş, mutluluk çığlığıymış. Çocuğun korkmaması için yalanlar sıralamak zorunda kalıyormuş her gün, okul saatine kadar bu her gün, her saat böyle. Sonra çocuğunu alıp okula götürüyor, genelde de sur tarafına bakan binaların gölgesinden gitmeyi tercih ediyormuş, yorgun bir kör kurşun canının canına isabet etmesin diye kendi gövdesi ile oluşturduğu siperinden götürüyor. Okula bıraktığı çocuğundan ayrıldıktan sonra yine aynı güzergâhı takip ederek evine gelirken ‘acaba okula bir zarar gelir mi?’ diye düşünmekten, endişelenmekten kendini alamıyor. Eğer şanslıysa ve kepenkler açık ise bebesine bazen elinde kalan son kuruşlarla şekerleme alır, okula gider ve bir gün daha birbirlerine sarılma şansları olduğu için ALLAH’a şükredermiş. Sonra yine eve gelir, yine bomba ve silah seslerine havai fişek hikâyelerini iliştirerek işi eğlenceye çevirirmiş. Bu masum bebelerin ve annelerin yaşadıklarından kısa bir anekdot bu.
Bu gerçek yaşanmış, yaşanan ve daha çok zaman yaşanacakmış gibi görünen hikâyeyi olanca kısaltmalarla anlatmaya çalıştım. Bu, bir annenin ve çocuğunun yansıması. Son dönemlerde hepimizin böyle bir hikayesi var aslında anlatamadığımız değil mi?…
Yaşıyoruz öylesine Dünyanın cehennemi olan yarısından bize düşen payında. Bu hakkımız mıdır, müstahakkımız mı bilinmez ama birileri bizim cennetimizi cehenneme çevirmekte kararlı, var gücünü kullanıyor. Oyun büyük, plan profesyonel, oyuncular hiçte amatör değil, her şey bir körün görebileceği rahatlıkta, ortada, aşikâr. Ne bir şeyler gizleniyor artık, nede sisli, puslu bir hava. Her şey apaçık ortada, insanlar ise sahte.
Biz 80’leri, 90’ları ve son olarak ta 2010’lu yılları gören kuşak olarak hep aynı manzarayı, hep aynı cehennemi, hiç rahat görmeden ve aralıksız bir biçimde yaşadık, yaşıyoruz, belki de gerçekten de cehennemlik olduğumuzdandır veya cehennemi burada yaşadıktan sonra cennetlik olacağız, ne dersiniz, haklımıyım?
Saygılarımla
Facebook Hesabınızla Yorum Yapabilirsiniz
YORUMLAR