Toptancı: “Çatışma sürecini acımasızlaştırdılar!”
Son süreci haberdiyarbakir.gen.tr’ye değerlendiren Sur Eski Belediye Başkanı ve siyasetçi Cemal Toptancı, Hükümetin kararlılığı ile HDP’nin kararsızlığı ve ortaya net bir talebi koyamayışlarının çatışma sürecini oldukça acımazsızlaştırdığını ifade ederek, Bunun da bölgede yapılan tahribatı ve ölümü artırdığını söyledi
Hiçbir yıkım ve hiçbir ölümün nedeninin 30 yıllık bir mücadelenin sonucu olamayacağına işaret eden Toptancı, “Olsaydı 3 yıla yakın bir zaman bu halk çözüm sürecidir diye sabretmez şimdi bunları söyleyenlerle beraber olurlardı” dedi.
Toptancı, seküler Kürt siyasalının ortaya attığı Özerklik kavramının Kürt halkının çoğunluğunca karşılık bulmadığını belirterek, “Bu konuda da olumlu karşılanmamıştır. Özerklik kavramının yerel idarelerin yani sadece Adem-i merkezi yönetimin güçlenmesi olarak ve burada kesinlikle bölünmeye matuf bir projenin ilk safhası olmadığı hususunda çalıştaylar ve etkinlikler icra edilseydi, belki de bir noktada uzlaşı olur ve bunca insan kaybına ve tahribatın yapılmasına vesile olmayacaktı” diye konuştu.
Suriçi’nin çatışmaların hitamında hemen afet bölgesi ilan edilmeli ve derhal, düşünülen ve halen devam eden projeleri hayata geçilmesi gerektiğine değinen Toptancı, “Bu konuda fazlaca söylenecek bir şey yok. Olması gereken tüm müdahaleler yapılmalı ve devletin şefkat eliyle rehabilite edilmelidir. İktidar bu yönde hazırlıklıdır. Suriçinde yaşayan halkımıza ekonomik ve sosyal katkılar sunulmalıdır. Suriçi bu tahribatlardan sonra artık eskisi gibi olmayacaktır” dedi.
İşte, Cemal Toptancı’nın röportajının tam metni;
Sayın Toptancı, 2,5 yıl devam eden çözüm süreci en son Dolmabahçe Mutabakatının ardından kesintiye uğradı. Akabinde operasyonlar, hendekler, çatışmalar baş gösterdi. Bölge halen devam eden sokağa çıkma yasakları sürüyor. Bu sürece, yani çatışmalı sürece neden girildi?
Sayın Bayram, Çözüm sürecini konuşurken ve sürecin hakkında kanaatlerimizi arza çalışırken, siyaset sosyolojisi açısından yaklaşımımızı bir seyirci olarak, ama bütün sonucunda başarılı bitmesi hususunda dua ve desteklerimizi sunduk. Mirası 20 yüzyıldan devir aldığımız kültürel, ekonomik ve sosyal sorunlarımızdan kaynaklanan ve son otuz beş yılımızda bizi milletçe kayıplarımızdan dolayı hicrana boğan bir zaman diliminin son bulması için barışa kardeşliğe birliğe ve onurlu bir yaşam hakkına sahip bir halk olmanın umudunu yaşadık. Bu yolculukta bu sürecin çatışmazlık ortamını bize yaşatanlara minnet borcumuz var. İzninizle, sürece farklı bir pencereden bakmak istiyorum. Süreci yaşatan taraflardan hükümetin görevleri alanında muktedir bir güce sahip olduğunu, vesayet altında olmayan geçmişin kirli devlet aklının tüm imaj ve mesajlarından uzak devrimci, değişimci ve cesur kararlar alan bir hükümet olarak tebarüz ettiğini gördük. Bunu hükümetin merkezi kanadı için ve başrolde görev ifa edenler için ancak ifade edebilirim.
AK PARTİ DİYARBAKIR VEKİLLERİ ARASINDA BİRLİK YOKTU
Ancak Ak Parti iktidarının yerel teşkilatlarının ve Ak Parti tarafından bölgeden seçilip gönderilen milletvekillerinin aynı şuur ve bilinç içinde hareket ettiklerini ve merkezlerini temsil etme noktasında başarılı olduklarını söyleyemeyiz. Bakın 2002 yılından 2015 yılına kadar yapılan 5 genel seçimde Diyarbekir’imizi temsil eden toplam 23 milletvekilimiz geldi geçti. Tecrübeli bir basın mensubumuz olarak ben size sorayım, bu kardeşlerimiz arasında birlik ve beraberlik içinde bir günden bir güne el ele verdiklerini başta 8’i sonraları 6’sını bir arada gördünüz mü? bir varoşa bir kırsala birlikte gittiklerine tanık oldunuz mu? Hayır, adeta birer futbol takımı gibi durdular, taraftarlar edindiler, bir partinin değil siyasi bir figürün beklenti içinde olan taraftarı gibi kaldılar. Hava alanlarında karşılama törenlerinde taziyelerde, etkinliklerde bu net görüldü. Teşkilatlar, geçim kaynağı iş görme yeri yakınlarına tanıdıklarına sadece yardımcı olma görüntüsü verdiler. Geniş bir taban adeta küstürüldü. Dikkat edin Ak Parti iktidarının en fazla il başkanı atadığı ve sürekli değişim ihtiyaç hissettiği illerin başında Diyarbekir gelir, buda bizim dediklerimizi teyit eder.
İKTİDARIN TÜM ZAFİYETİNİN SEBEBİ YEREL TEŞKİLATLAR OLDU
İktidarın tüm zafiyetinin müsebbibi yerelde teşkilatlar oldu. Ankara’dan Diyarbekir’e gelen parti üst yöneticileri, bakanları güzel otellerde ve lobilerinde ağırladılar, halka inme hususunda eksik ve hatalı yönetimleri onları mahrum bıraktı, gelen hatırı sayılır karar verici zatlar direk sorunları olan ve bölgenin jeopolitik konumunu kendi pencerelerinden gördüklerini anlatmada onları mahrum bıraktılar. Zira halkın içinde karşılıkları da yoktu. Bir de bölgede ki kaotik ortam onarlı pragmatistleştirdi. Suya sabuna dokunmaz oldular. Belediyelerde varsın işimiz olmasın nasılsa mülki idareler bizde diye ucuz fikirlere mahkûm ettiler kendilerini, 7 Haziran’da neredeyse mülki iktidarı d a kaybetme riskini yaşadılar. Seküler Kürd siyasalına gelince en büyük açmazları dağın vesayetinde kalan ve onun ağırlığını hissettiği içinde seçilmiş bireyler oldukları halde demokrasinin ve demokratik yaşamın kendilerine sundukları barış ve kardeşlik için yaşama şansını hiç kullanamadılar. Yani muktedir bir siyaset sunamadılar. Öcalansız bir siyasetin tavsiyelerine boyun eğmek zorunda hissettiler kendilerini, Nihayet uluslar arası jeopolitik gelişmeler çözüm sürecinin bitmesi hususunda yazdıkları senaryoyu sahneye koymada başarılı oldular ve Öcalan’a rağmen bugün neredeyse 6 bin insanımızı şu kısa süreçte kaybetmemize de aslında onlar neden oldular.
Çatışmalı sürece girmesiyle birlikte Hükümet ve HDP cenahları arasında restleşmeler de geldi? Bu restleşmeler ile ne yapılmak isteniyor?
HDP KENDİ BAŞINA KARAR ALAMIYOR
Hükümet edenlerin tek hedefi yönetimlerinde program ve vaadlerin de başarılı olmaktır. Bu düstur demokrasinin bir gerçeğidir. İdare ettikleri toplumlarına verdikleri sözleri yerine getiremeyenler, onlara o makamları hediye edenlerin adeta hışmına uğrar ve oradan yine demokratik bir yöntem olan sandıktan çıkardıkları sonuçla indirir cezalandırırlar. Birinci sorunuzda da temas etmiştim, HDP’nin en büyük açmazı kendi başına karar alacak bir mekanızma olmayışından kaynaklanıyor. Parti programı ve vaadleri olduğu halde, bunları hayata geçirmede özgür değildir. HDP kendi gurubuyla karar verebilecek program ve vaadlerini gerçekleştirmede özgür davranacak boyutta siyaset ekseninde bulunsaydı, sürecin bugün bu boyuta gelmesi asla mümkün olmayacaktı.
KÜRTLÜKTEN UZAKLAŞMA KENDİLERİNİ BAŞARISIZLIĞA MAHKUM ETTİ
Burada bir gaz oluştu. Yapılmak istenenler ile buna karşı çıkan engeller bu gazın infilak etmesine vesile oldu. Ben burada farklı bir şey daha söylemek istiyorum, keşke seküler Kürd siyasalı sadece bir Kürd partisi olarak kalsaydı. Türksoluyla ittifaklar kurma kendilerine dayatılmayıp, bugünkü eşbaşkanlık sistemleri ile Türk orijinli şahıslar Kürdlere milletvekili seçtirilmeseydi, inanın o zaman daha az sorunlarla karşılaşır ve kendi iradeleri ile vesayetsiz siyaset yaparak başarılı olabilirlerdi. Kürdlükten uzaklaşma kendilerini başarısızlığa mahkum etti, Kemiyet bağlamında değil ama Türkiye’nin keyfiyet açısından her zaman bir Kürd partisine ihtiyaç duyduğunu hepimiz görüyor ve biliyoruz. Hükümetin kararlılığı ile HDP’nin kararsızlığı ve ortaya net bir talebi koyamayışları çatışma sürecini oldukça acımazsızlaştırmıştır. Buda bölgede yapılan tahribatı ve ölümü artırmıştır.
HDP, DBP ve DTK’nın özerklik kartını hükümet net okuyabildi mi? Sizce gerçekten bunlar tartışılacak konular mı?
ÖZERKLİK HİÇ BİR ZAMAN KARŞILIK BULMAMIŞTIR
Özerklik siyasal bir kavramdır. Aslında kavramların insan hafızasında çağrıştırdığı karşılığı bilinmeden vazedilmesi çoğu zaman ve şimdiki gibi yanlış anlaşmalara ve hatta çatışmalara neden olacak boyutlara taşır insanları. Seküler Kürt siyasalının ortaya attığı bu siyasal kavram Kürt halkının çoğunluğunca karşılık bulmamıştır. Bu konuda da olumlu karşılanmamıştır. Özerklik kavramının yerel idarelerin yani sadece Adem-i merkezi yönetimin güçlenmesi olarak ve burada kesinlikle bölünmeye matuf bir projenin ilk safhası olmadığı hususunda çalıştaylar ve etkinlikler icra edilseydi, belki de bir noktada uzlaşı olur ve bunca insan kaybına ve tahribatın yapılmasına vesile olmayacaktı. Tarihin tekerrürü diyorum bu talebe. İki yüzyıllık bir geçmişe sahip bu otantik talep, biliyorsunuz ilk kez Osmanlı son dönemlerinde Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla başladı. O zamanlar Babanzadeler ve Bedirhaniler başta olmak üzere birçok Kürd aşiretlerinin isyanları olmuştu. Cumhuriyet döneminde ise 1920 Mayısında Hıdranlı Aşiret reisi Hüseyin Paşa Garzan çevresinde, Kürd Teali Cemiyet’inin bir beyannamesini dağıtır. Bu beyannamede, İtilaf Devletlerinin Kuvay-ı Milliye’yi dağıtacağı ve Kürdistan kurulacağı belirtiliyor. Silahlanarak hazırlıklı olunması istenir. Hüseyin Paşa’yı misafir eden Bahtiyar aşiret reisi Cemil Çeto, başka aşiretleri de kışkırtarak Garzan bölgesinde özyönetim ilan eder. Reşkotan aşiretini de yanına çekmek ister ama başaramaz. Ertuğrul Kürkçü’nün dedesi Bursalı ama 1920’de Mustafa Kemal’in Diyarbekir halkına milletvekil seçtirdiği Kadri Ahmet, Cemil-ı Çeto’yu dört oğluyla beraber asar. Özerklik talebinin Kürd halkı tarafından desteklenmeyişinin nedeni bana göre hala Kadri Ahmet ve Torunlarından bölgenin bir türlü yakasını kurtaramayışındandır. Ak Parti hükümetinin de aldığı tedbirler ve siyasal tavır bütün bu fotoğrafı iyi okumasından kaynaklanıyor bence.
HDP, DBP ve DTK ile bunların siyasi oluşumları Hendek deyip geçilmemesi gerektiğini, hendeklerin aslında 30 yıllık bir mücadelenin ürünü olduğu belirtiliyor? Sizce bu doğrumu? Değilse neden? Neden Hendek siyasi yürütülüyor?
YIKIM VE ÖLÜMLER 30 YILLIK MÜCADELENİN SONUCU OLAMAZ
Hendek, mazgal, evlerin işgali, göç, açlık, yasaklar, tarihi ve kültürel değerlere zarar verme, camileri ve içindeki kutsal kitabımız Kuranları, okulları yakmalar ve en önemlisi de oluşan bu ortamda, yaşanılan insan kaybı. Şöyle bir bakıldığında hiçbir aklın hiçbir izanın, hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği hele hele kendi halkı içinde yaşanan bu zulmü tasvip etmesi mümkün değildir. Bakın 20 Temmuz’dan bu yana öz yönetim ilan edilen ileçerin mahallelerine 56 sı çocuk, 78’i kadın toplam 397 sivilin ölümü. Nüfuslarının 439 bin olan sadece Sur, Cizre, Silopi ve Nusaybin’den sadece göç edenlerin şu ana kadar sayısı; 200.400’u buluyor. Lice, Silvan, Dargeçit başta olmak üzere diğer ilçeler hariç bu arada işyerini bu kış ortamında kapatan, işsiz kalan binlerce kişi ve yoksullaşan bir halk. Kim bunu doğru bulabilir, insanlık utancı bu tabloya bu resme kim başarılı olduk diyebilir? Hiçbir yıkım ve hiçbir ölümün nedeni 30 yıllık bir mücadelenin sonucu olamaz. Olsaydı 3 yıla yakın bir zaman bu halk çözüm sürecidir diye sabretmez şimdi bunları söyleyenlerle beraber olurlardı. Tahrip edilen yok edilen sadece can ve mal değil, bu son zamanlarda gördüğümüz tüm bu zulüm aslında kadim bir halk olan biz Kürdler için ahlakımızın, namus anlayışımızın, değer yargılarımızın ve kutsallarımızın tümüne yönelik bir katliamdır. Kürdler için fayda sağlamayan Kürdlere zulüm olarak sahnede görünen tüm olumsuzluklar kınanır, hiçbir insan olumlu göremez. Seküler Kürd siyasalı evelli emirde özgürleşmelidir. Yani PKK’den bir an önce kopmalıdır. 1970’lerin soğuk savaş dönemlerinin Marksist ve Leninist yapılanmaları bugün dünyamızda farklı bir format sergiliyorlar, Rusya bile artık dünün Sovyetleri değil. Geçmişte kalanların geleceklerini yaşamak isteyenlere verecekleri bir şey yoktur. Dikkat edilirse Türkiye siyasetten nasıl ki, artık askeri vesayetin altında değil, Seküler Kürd siyasalı da enazından bu farklılaşmayı kedine örnek almalı ve Kürd halkına sadakat içinde hizmetinde olmalıdır.
Diyarbakır’ın açık hava müzesi olarak adlandırılan Sur İlçesi’nde 49 günden bu yana devam eden operasyonlar çatışmalar var? Ve Sur halkı ve esnafı deyim yerindeyse kan ağlıyor, mağdur oldu? Hükümetin bu anlamda sunacağı kalıcı tedbirleri olacak mı?
SUR İÇİ AFET BÖLGESİ İLAN EDİLMELİ
Suriçi çatışmaların hitamında hemen afet bölgesi ilan edilmeli ve derhal, düşünülen ve halen devam eden projeleri hayata geçilmelidir. Bu konuda fazlaca söylenecek bir şey yok. Olması gereken tüm müdahaleler yapılmalı ve devletin şefkat eliyle rehabilite edilmelidir. İktidar bu yönde hazırlıklıdır. Suriçinde yaşayan halkımıza ekonomik ve sosyal katkılar sunulmalıdır. Suriçi bu tahribatlardan sonra artık eskisi gibi olmayacaktır. Orijinalliğini kendi sinesinde barındırdığı yerlileriyle ancak yaşatabilir. Bunun için projeler yerlilerin kanaat önderlerinin fikirleriyle paylaşılarak hayata geçirilmelidir. İnanç Turizmi öncelikli bir kimlik Suriçini kurtaracaktır. Tarihi dokunun dışında kalan sadece ana artellerin dışında kalan bütün beton yığını ortadan kaldırılmalı. Taş medeniyeti ağırlıklı imara teslim edilerek açık hava müzesi olarak başta orada yaşayanlara sonrada tüm insanlığa armağan edilmelidir. Tekrar geçmiş olsun dileklerimi arz ediyor barış ve huzur içinde günler diliyorum.
(Sait BAYRAM’ın Özel Röportajı)
(Bu haber sadece haberdiyarbakir.gen.tr’de)
Facebook Hesabınızla Yorum Yapabilirsiniz
YORUMLAR